Şükrü ALNIAÇIK yazdı: Albay Levent Göktaş olayı

Hep yaz hocam dediniz yazdım.   Bu sefer yazma hocam deseniz de durmam. Çünkü bırakırsak bir gün  bunlar "Eren"e de mermi faturası çıkarırlar!..

Şükrü ALNIAÇIK yazdı: Albay Levent Göktaş olayı
GÜNDEM 4.09.2022 11:11:00 0

Şükrü ALNIAÇIK yazdı

ALBAY LEVENT GÖKTAŞ OLAYI… 

Hedefte ÖKK ve dönemin Genelkurmayı mı var?

Hep yaz hocam dediniz yazdım.  
Bu sefer yazma hocam deseniz de durmam. 
Çünkü bırakırsak bir gün  bunlar "Eren"e de mermi faturası çıkarırlar!..

Albay Levent Göktaş, Türk Silahlı Kuvvetlerindeki 3 madalyalı tek subaydır. 

Ayrıca... Tokatlıdır, Şeyh Şamil evladıdır. "Ülkü Ocaklı"dır.

Zaten bu yüzden düşmanının bile saygısını kazanmış bir kahramandır. 

Kahramanlar öncelikle masumdur. Bir müptezelin burnu kırılarak alınmış ifadesiyle PKK dostu medya tarafından hüküm veriliyor ve masumiyet karinesi çiğneniyorsa orada bir puştluk vardır. 

Elhamdülillah, bizde de her türlü puştluğun ilacı vardır. 

Günlerdir konuyla ilgili bilgi topluyorum. Bazı şeyleri de zaten biliyorum.

En son Veryansın TV’nin konuyla ilgili yayınını izledim. Gördüm ki ellerinde olmayarak gerçeğin uzağında dolaşmaya devam ediyorlar. 

Öyleyse yazmak bize farz oldu. 

Ergenekon kumpası sırasında evladını kaybetmiş olan acılı baba Mustafa Dönmez Yarbayımın, Hablemitoğlu'na 2002’de yapılan “MİT Müsteşarlığı teklifi" konusunda söylediği “birileri onu işletmiş” sözüne kısmen katılıyorum. 

(Hablemitoğlu Cinayeti ve Soruşturması | Adil Serdar Saçan - Mustafa Dönmez - Erdem Atay - Serkan Öz https://www.youtube.com/watch?v=LHILn3af8e0) 

Ancak kısmen de şöyle düşünüyorum:

Şimdi lûtfen biraz, 3 Kasım 2002 seçim akşamı ile 18 Aralık 2002 cinayet akşamı arasında geçen 45 günün AKP'nin zafer günleri olduğunu hatırlayınız ve "MİT'i ele geçirmeden iktidar olsanız da muktedir olmanızın mümkün olmadığı" gerçeğine odaklanınız…

AKP'nin muktedir bir iktidar hedefinin önünde tanklarıyla duran “Askeri vesayeti kaldırmak” gibi başı ve sonu kanlı olabilecek bir davayı başarıyla yürütebilecek yetişmiş kadroları olmadığı için tıpkı Refah Partisi'nin zaferle çıktığı 1995 seçimlerinde Adnan Hocacıların bile, RP genel merkezine akın etmesi gibi, Gülen Cemaati, bu işlerin maslahatına hızla girişmiş olmalıdır. 

Yani FETÖ dışında hiç kimsenin Hablemitoğlu'na o günlerde bu teklifi yapması mümkün değildir. 

Yani onu işletmedilerse bu Enver Altaylı, Özcan’lı teklif, FETÖ’den gelmiştir.

2002’ye kadar MİT hariç her yere sağlam girmiş ve kılcallara doğru yol alan FETÖ’nün 2002’den sonra kazandığı ivmeyi hatırlayınız. 

Ben Diyanet İşleri Başkanlığının 2002’ye kadar FEM Dershanesi’ne kiraya vermemek için direndiği bir müftülük hizmet binasını 2002’den hemen sonra nasıl vermek zorunda kaldığının yakın şahidiyim.

Başbakanlık net olarak ele geçmişti ve en kritik bağlı kurum da elbette MİT'ti.

MİT’e seçme sınavı veya mülakatla müsteşar atanmayacağına göre yani bu görev önce bir kişiye teklif edilip, kabul etmezse başka bir talip aranacağına göre…

 2002’de yani seçimlerden hemen sonra FETÖ bu teklifi kime yapmış olabilir? 

Star'dan Yasemin Güneri, Hablemitoğlu'nun son günlerini anlattığı ODATV röportajında O'nun "MİT Müsteşarı oluyorum" diye gayet ciddi, sevinerek ve inanarak konuştuğunu söylüyor. 
(Bkz. "Necip Hablemitoğlu MİT müsteşarı olacak mıydı?" https://www.youtube.com/watch?v=LfR2blwP0b0) 

Hatta bayramlık çocuklar gibi giyinip kuşandığını gözlüklerine ayar bile çektiğini anlatıyor. 

Teklifin nereden geldiği konusunda hem mantıksal hem de fiili belirtiler var.

Eşi Şengül hanımın yeni açıkladığı “Enver Altaylı'yla yaptığı görüşme” bu konuya ilişkin olmalı. (https://halktv.com.tr/gundem/sengul-hablemitoglu-enver-altayli-suikastten-once-temas-kurdu-686343h) 

Olayda FETÖ’nün Türkiye İmamı Mustafa Özcan da vardır. Ayrıca CIA bağlantılı Ruzi Nazar’ın yakın dostu, Enver Altaylı, muhtemelen bu hareketin öncü kuvvetidir. 

Bu teklif, "Köstebek'i yazma, bu işleri bırak, büyük düşün, biz de seni MİT'in başına getirelim" şeklinde yapılmış olabilir.

Tanıdığım Necip Hablemitoğlu, böyle bir konuda yalan söylemeyecek kadar dikkatli, böyle bir istihbarat oyununun sonunu merak edecek kadar da heveslidir. 

Böyle bir şeyin olması ihtimali, hatta teklif edilmesi ihtimali bile onun için onur vericidir.

“Görev için yeterli midir, teklif mantıklı mıdır?” Orası tartışılır. 

Ama Kenan Evren’in tanklı - dipçikli ve joplu - elektirikli Atatürkçülüğünü özümseyebilmiş bir TİB elemanının, bir sonraki sahnede AKP’nin emrinde eski Kemalist bağlantılarını koruyarak hem de ideolojik çizgisinden emin olduğu MİT’in başında tarikatlerın ve cemaatlerin hakkından gelmeye soyunmayı düşünmesi makul ve mantıklıdır. 

Ancak Hablemitoğlu’nun sadece dostları, silah arkadaşları değil, zihin kontrolü işlerinden anlayan abileri bile vardır ama… İnsanın kalbini okumak sadece Allah’a mahsusdur. 

Devletin güvenlik bürokrasisi henüze oralara gelmemiştir.

Hablemitoğlu bu teklife inanmış, içselleştirmiş, hatta kabul etmiş ve çoğu gazeteci olan dostlarıyla paylaşmışsa kalemi “askeri vesayet” tarafından kırılmış olamaz mı? 

MİT’in başında Şenkal Atasagun var. Kemal Derviş, Amerika’dan gelip DSP’ye operasyon çekmiş, Sabatayist TESEV ve Açık Toplumcular CHP’yi yeniden dizayn ederek içine DSP’yi tulum halinde sokacak… 

Ve AK Parti iktidarında bir CHP’li MİT Müsteşarı olacak!.. 
Olay neden biraz turşuya benzedi?..

Çünkü içinde FETÖ ruhu var. Teklif AKP’den değil, Enver Altaylı aracılığıyla FETÖ’nün “Türkiye İmamı” Mustafa Özcan’dan geliyor. 

FETÖ için kendisinden nefret eden birini MİT’in başına geçirmek riskli değil midir? 

Teklifin şartlarını bilmiyoruz. FETÖ Hablemitoğlu’nu mayın katırı olarak gönderip  bir süre sonra tasfiye etmek istemiş de olabilir. Onlarda oyun çoktur.

Nitekim olayın cereyan şekli, mayın tarlasının girişindeki ilk mayına basmak şeklinde yani teklif aşamasında gerçekleşmiştir.

Necip Hablemitoğlu Kırım kökenlidir ve "Soğuk Savaş" döneminde Kırım dahil Demirperde’yi anlatan tek Türk yapımı eser olan “Esir Türk İllerinde 90 Gün” kitabının yazarı Enver Altaylı'yı elbette tanıyıp bilmektedir. 

O günlerde Enver Altaylı’nın Gülen’le bağlantılı olduğuna dair açık bir belirti yoktur. 

Hablemitoğlu, MİT’çi bir “Turancı”nın yanında getirdiği FETÖ’cünün de MİT’çi olma ihtimalini değerlendirmiş ve… 
”Hele bir göreve geleyim de ben yine en kral Atatürkçü olarak ilerlerim" diye düşünerek Altaylı aracılığıyla gelen bu (Aslında Amerikan patentli) teklifi kabul etmiş olmalıdır..

Neden böyle düşünüyorum? Çünkü Hablemitoğlu 1980'lerde Başkan Carter'ın "bizim çocuklar" dediği Evren ve arkadaşlarının emrinde Atatürkçülüğün en tatlı günlerini yaşamıştır.

Aslına bakarsanız, geleneksel inanç ve kültür değerlerinden ne kadar uzaklaşabilirsek o kadar iyi olacağına inanan farklı bir Atatürkçülüğü vardır ve zaten Evren de bunu yapmaktadır.

Zaten 80’lerde üzerine tank kokusu bulaşmış Evren mahreçli “Atatürkçülük” böyle birşeydir. 
Menfaat odaklarının “Atatürk’le ilgili birşeyler yap, kariyer kesin” dediği yıllar…

Pekiyi, Hablemitoğlu’na bu kadar inandırıcı bir MİT Müsteşarlığı teklifini yapacak başka yani Atatürkçü bir mahfil var mıdır? 

ADD, ÇYYD, Büyük Kulüp, Localar Filan?.. 
Bence yoktur, çünkü Hablemitoğlu’ndan sonra AKP’ye kontra hüviyetinde herhangi bir Atatürkçü kıpırtı olmamış, Şenkal Atasagun 2005’e kadar görevde kalmış, sonra da bilakis FETÖ’yle iltisak şaibesi taşıyan tek Müsteşar olan Emre Taner göreve gelmiştir. Yani kurum Atatürkçülerin değil FETÖ’nün hedefindedir. 
Eski Genelkurmay İstihbarat Başkanı Pekin: Emre Taner bana "Sizi Gülen’le tanıştırayım" dediğini itiraf etmiştir.

(https://t24.com.tr/haber/eski-genelkurmay-istihbarat-baskani-pekin-emre-taner-bana-sizi-gulenle-tanistirayim-demisti,370491) 

Oslo görüşmelerinin, emeklilik yaşı ileri çekilerek müsteşar yapılan Emre Taner döneminde, 2009’da başladığını ve Taner’in Diyarbakır’lı olduğunu hatırlatalım. 

Yani 2002’den itibaren FETÖ, ABD’siyle AB’siyle Kopenhag Kriterleriyle tam saha pres devrededir. MİT’in başına 12 Eylül’deki gibi asker veya sivil kökenli bir Cumhuriyet çocuğunun gelmesi ihtimali bulunmamaktadır. 

Ben Hablemitoğlu’nu kendisini Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Sekreterliği görevinden alındığı için iftira attığı, yedi göbekten Türk Milliyetçisi hocalarım Prof. Dr. Aydın Taneri ve Prof. Dr. Mustafa Kafalı vesilesiyle tanıdım. Yüzyüze gelmişliğim yoktur, çünkü ben aynı Enstitü’de Araştırma Görevlisi olarak çalışmaya başladığımda o görevinden alınmıştı.

Konuyu benden iyi bilen biri olduğunda sözü ona bırakmak da bir tarihçi alışkanlığıdır:  

Burada sözü, “Neden ve Nasıl Atatürkçülük, Atatürkçü Olabilmek, Atatürkçü Olmak, Atatürk'ün Ekonomik Mucizesi…” gibi 30’dan çok kitaba imza atmış Emekli Albay Dr. Tahir Tamer Kumkale’ye bırakıyorum.

Kumkale, 30 yıl Türk Silahlı Kuvvetlerinin çeşitli birimlerinde görev almış, 1983-1985 yıllarında kuruluşunda görev aldığı Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği Toplumla İlişkiler Başkanlığında (Psikolojik Harekat Teşkilatı) yöneticilik yapmıştır. (Hablemitoğlu’nun da aynı birimde çalışan bir sivil eleman olduğuna dair iddialar vardır.)

Kumkale, 1996’da Harp Akademileri Komutanlığından Kurmay Kıdemli Albay rütbesi ile emekli olmuştur.  

İşte Albay’ımın, 19 Aralık 2007 tarihinde yani cinayetten sadece 5 yıl sonra kaleme aldığı “Necip Hablemitoğlu” başlıklı yazısı: (https://kumkale.net/yazilar.asp?id=1202) 

“Necip Hablemitoğlu’nu 1983-1985 yıllarında Ankara Üniversitesi Türk İnkilâp Tarihi Enstitüsü Genel Sekreterliği görevini yürütürken tanıdım. Hablemitoğlu bu görevi yaparken bir yandan da bizimle beraber enstitüde master öğrenimine devam ediyordu. 

Çok sevip saydığım can dostum Enstitü Müdürümüz rahmetli Prof.Dr. Aydın Taneri kendisine çok inanır ve güvenirdi.”

***

“Aydın Taneri hocam, Enstitünün bilimsel çalışmalarına ağırlık veriyordu ve yeni kurulan bu enstitünün her türlü evrak işlemlerini tamamen çok güvendiği Hablemitoğlu’na devretmişti. Aydın Hocayı yakından tanıyanlar onun idari konulara hiç dikkat etmediğini ve önemsemediğini iyi bilirler.

Bir bakıma enstitünün yönetimi tamamen Hablemitoğlu’nun kontroluna geçmişti ve biz idari konularda hep Necip Hablemitoğlu ile muhatap olmak durumunda idik. Bu bakımdan birbirimizi yakından tanıma fırsatımız olmuştu.”

***

“1 Mart 1986’da “Atatürk’ün Ekonomik Görüşleri“ isimli tez ile doktora diplomamı aldığımda Hablemitoğlu hâlâ Enstitü Genel Sekreteri idi. Benimle birlikte doktora yapanlar arasında yirmi kadar kurmay subay bulunuyordu ve bizim bütün bilgilerimiz genel sekreter olarak elinin altındaydı. 

Bizleri çok iyi ve yakından tanımasına rağmen basında manşette yer alan haberler çok şaşırtıcı ve üzücü idi. 
(Kumkale Albay’ın o günlerde psikolojik harpçi, bugünlerde de Tunç Soyer dahil CHP’nin bütün fikir ve figürlerine sahip çıkan bir Tayyip düşmanı olduğunu söylemeye, sanırım gerek yoktur.)

31 Temmuz 1986’da Emin Çölaşan’ın yaptığı röportaj Hürriyet’in manşetinde yer alıyordu. “İnkılap Tarihi Enstitüsü’nde şeriatçıların hakim olduğu ileri sürülüyor” ve “Ata’ya ihanet iddiaları” başlıkları ile verilen haberde şöyle deniliyordu: 

“Görevi Atatürk ilkelerini ve Cumhuriyet tarihimizi araştırıp anlatmak olan Enstitü’deki görevine son verilen, fakat açtığı davayı kazanan Necip Hablemitoğlu, Hürriyet’in sorularını cevaplarken, kuruluşun ogünkü yönetimi için “bunlar Atatürk düşmanıdırlar ve enstitü görevlileri çoğunlukla şeriatçı kişilerdir” diyordu. “Enstitü’yü Nakşibendi Tarikatı’nın ele geçirdiğini” öne süren Hablemitoğlu, “sözkonusu tarikatçı ekip tarafından tam da evlendiği 14 Temmuz 1986 günü Enstitü’deki görevine son verildiğini” belirtiyordu.

(Aslında Basın Yayın mezunu olduğu, tarihçi olmadığı ve arşivin dili olan Osmanlıca’yı bilmediği için görevden alınmıştı.  Bir de “Selam…” demek yerine Selamünaleyküm diyenleri Nakşibendi, alkol almak yerine Namaz kılanları şeriatçı olarak tanımlıyordu. Ş.A.)"

Kumkale Albay devam ediyor:

“İnkılâp Tarihi Enstitüsü olayı burada bitmedi ve mahkemeye taşındı. 4 Kasım 1989 günü Hürriyet, “Profesörler mafyası meğer kimlere diploma vermiş” manşetiyle çıktı. 
(Hablemitoğlu, çok değerli hocalara 8 sütundan “Mafya” derken ve şerefli Türk subaylarına sahtekârlık  isnad ederken “Basın Yayıncı” kimliğiyle adeta Psikolojik Harp yapıyordu. Ş.A.)

Haber şöyleydi; “Ankaralı ülkücü profesörlerin sahte doktora, yüksek lisans ve geçici mezuniyet belgesi verdikleri arasında tanınmış kişiler var. Bunların çoğunun evraklarının eksik olduğu ortaya çıktı.

Sayılan isimler içinde Tahir Tamer Kumkale ismi de vardı. 

Aralarında Aydın Taneri, Hasan Köni, Refik Turan, Mustafa Kafalı, Eyüp İspir, Rafet İnanç, Yaşar Kopraman’ın da bulunduğu ve milliyetçi çevrelerde sembol isim kabul edilen yedi profesörün “Sahtecilik” ile suçlandığı ve Hablemitoğlu’nun tek kamu tanığı olarak yer aldığı Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki dava 22 Mayıs 1991 ‘de öğretim üyelerinin beraatleri ile sonuçlandı.

Davaya sanık olarak katılan profesörler milliyetçi camiada sayılan ve güvenilen isimler olarak bilinmekteydi ve sırf bu yüzden davayı açan Necip Hablemitoğlu miliyetçi camiadan dışlandı. 

(Çok disiplinli bir asker olduğum halde, cümlenin son kısmında komutanıma katılmıyorum. Hablemitoğlu, başından beri Milliyetçi camianın dışında, kendi dünyasındaydı. Bu kadar katı bir Ülkücü düşmanlığı o yıllarda hiçbir Milliyetçi grupta yoktu. Türk Tarihinin İslam’la birlikte geçmiş bir Osmanlı yüzyılına bile tahammülü olmayan Sol gruplara Milliyetçi demek ise yanlıştı. Ş.A.)

Ölenler, şehitler, hele de böyle vahşi bir cinayete kurban gidenler her zaman azizdir, muhteremdir, ancak "Maktülü kim neden öldürmüş olabilir?" sorusunu doğru sormak için maktulü arabesk yaklaşımlardan uzak ve objektif olarak doğru tanımak gerekir.

Dostu ve düşmanı ancak o zaman anlaşılabilir. 

Aksi takdirde alırsınız 4 tane Atatürk düşmanı İBDA’cı garibanı… Kafasını gözünü kırar, 8 yıl da tutuklu yargılar; sonra da FETÖ patlayınca beraat ettirirsiniz!..

Cinayet de doğal olarak karanlık kalır. 

Hukuksever kardeşlerimin temiz yüreğine selam olsun. Canların benim, inşallah Hukuk hep yanlarında olsun. Hayatlarının en güzel 5,5 yılını, canlarını mallarını, hatta hatta evlatlarını onlardan çalmasın. (FETÖ de "hukuk"la yaptı bunları..) 

TSK'nın 3 madalyalı tek subayı olan Levent Göktaş Albayıma sahip çıkmak yine Hukuk Fakültesi 2. sınıftan terk, Şükrü Hoca’ya düştü. 

Veryansın’ın videosundaki Mustafa Dönmez Yarbayımın Levent Albay’la ilgili suçlamalar konusunda temkinli duruşu güzel.. Çünkü damdan düşen adamın halinden ancak damdan düşen anlar. 

Sonlardaki Adil Serdar Saçan Müdürün "Yanlışı yapan bedelini öder" sözü de güzel!.. 

Ben de küçük bir katkı yapayım: Mesleki ihtisasım, zaman tünelinde yolculuk yapmak ve olayları bugünün değil yaşandığı günün şartlarıyla gözlemleyebilmektir. 

Müdürüm yanlış yapan bedelini öder diyor ya!.. Ben de diyorum ki…

Belki de ödemiştir!.. 

Suikatle ölenler azizdir tamam ama, Şiî imamları gibi hukuken "masum" mudur? 

Enver Altaylı bağlantısını doğru okumadan, FETÖ’nün Türkiye İmamı "Mustafa Özcan ne iş?" demeden Hablemitoğlu'na MİT Müsteşarlığı teklifini, neyin karşılığında kimin yapmış olabileceğini anlamadan, Yani bu "ah'lı - vah'lı" arabesk duruştan kurtulmadan bu cinayeti çözemezsiniz. 

Serkan Öz kardeşin sorduğu, “Perinçek grubunun neden sustuğu” sorusu, günün sorusu... 

Sebebini gerçekten bilmiyor musunuz? Araştırın, bulursunuz!..

Ben biraz ipucu vereyim: 

Levent Göktaş’ın Silivri’de namazını kıldığını, Arapça’sından Kur’an filan okuduğunu İsmail Hakkı Pekin Paşam anlatıyor.

Hatta kendisine “seni niye aldılar ki?” diye sorduğunu bile hatırlıyor. 

Levent Albay’ın Silivri'de Ergenekon tezgahının FETÖ'den geldiğine bağlı olarak taktik icabı, “bireysel davranarak” ayetli hadisli, hatta "Ammar"lı savunma yaptığı görüldükten sonra onun (kınından çıkmış kılıçlara) yani intikam alayına dahil olamayacağına hükmedilmiş ve muhtemelen kalemi kırılmıştır. 

Sonra da Sauna çetesi elemanı Paçoz Nuri'ye ismi okutulmuştur. 

Çünkü benim bildiğim kurmay kafası teşkilatsız hareket etmez ve bireysel tavırları bir kenara yazar. 

Türk bayrakları arasındaki hatıra fotoğrafında burnu kırık çıktığına göre, Paçoz Nuri Okuduysa da okutulmuştur, okumadıysa da okutulmuştur. 

Levent Albayım'ın ismi Hablemitoğlu olayında varsa da okutulmuştur, yoksa da okutulmuştur. 

Yani bu olayda nihai hedef, 2002 yılında yaşanan bir olayın, ÖKK hiyerarşisi içinde yaşanmış olduğu sonucuna varılarak Ergenekon ve Balyoz davalarında sessiz kalanların kalemlerinin kırılmasıdır. 

Ve eğer tuğla çekildiyse olayın ucu, şu hiyerarşik düzen içinde aşağıdaki isimlere ulaşacaktır: 

2002-2003 Özel Kuvvetler Komutanı Sadık Ercan (Çuval olayından mimli, sorumlu ita amiri.)

2000-2003 Genek Kurmay 2. Başkanı Yaşar Büyükanıt  (ÖKK ona bağlı. Hiç hapse girmedi.)

2001-2003 Milli Güvenlik Kurulu Sekreteri Tuncer Kılınç (Sadece 6 ay tutuklu kaldı, beraat etti.)

Ve Büyük balık…

2002-2006 Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök (Ergenekon sanıklarının nefret ettiği...)

Böylece “kınından çıkmış kılıçlar…” 

1- FETÖ’yle AKP’yi, 
2- AKP’yle FETÖ’yü vurduktan sonra, 
3- Hablemitoğlu Cinayeti’yle de öteden beri Gladio deyip durdukları “Özel Harp Dairesi”ni ve 
4- Nefret ettikleri Silivri kaçkını generalleri vurmuş olacaklar…
Leven Albay’la resim çekinirken Che Guavera pozlarına giren Perinçek susmasın da kim sussun?

Hedef Türkiye’yi NATO’dan çıkarmak ve Moskova Paktına sokmaksa, bir kahramanı değil bin kahramanı da harcayacaklarından kimsenin şüphesi olmamalıdır. 

Biz onları bir avukat tutacak parası olmayan Ülkücü vatan evlatlarını üçer beşer harcamalarından tanırız. 

"Kahramanlar can verir yurdu yaşatmak için."

Siz Türk ordusuyla oynadıkça... 

Biz hepimiz birer Levent Albay olacağız!.. 

***

Saygıyla 
4 Eylül 2022
Şükrü Alnıaçık

Haberi Sesli Oku

YAZARLAR