Haber Editörü

Selver GEDİKBAŞ GEDİKBAŞ

ramazandurmus44@gmail.com

Şükrü ALNIAÇIK yazdı: İşte size 78’lilerin 'Kolejli Maocu'su Şebnem Korur Fincancı:

İşte size 78’lilerin “Kolejli Maocu”su Şebnem Korur Fincancı:

Şükrü ALNIAÇIK yazdı: İşte size 78’lilerin
26.12.2022 21:07:00 0

Şükrü ALNIAÇIK yazdı

 

78’in Fincancıları…

Şebnem Korur Fincancı, Tıp Fakültesi okuduğu için, Adli Tıp ihtisası yaptığı için veya Tabip Odası başkanı olduğu için yargılanmıyor.
Şebnem Korur Fincancı, PKK’nın Psikolojik Savaş aparatı olarak kullanıldığı için, “TSK’yı Kimyasal silah kullanmakla itham ettiği” için yargılanıyor.

Görünüşte bir otorite olduğu için de PKK propagandasına olan katkısı, Türk Milleti adına görev yapan hakimlerin dikkatini çekmiş bulunuyor.

Hatırlatalım, Fincancı daha önce de PKK’nın yayın organı Özgür Gündem’e destek vermek için “Nöbetçi Genel Yayın Yönetmeni” olan 56 kişiden biriydi.

Öyleyse Şebnem Korur Fincancı’nın gerçek biyografisi, Fincancı’yı Fincancı yapan özgeçmişsi neden saklanıyor?... Neden “Tıp… - Mıp…” denilip duruluyor?

İşte size 78’lilerin “Kolejli Maocu”su Şebnem Korur Fincancı:

Aileden CHP’li, ama ufak tefek devrimci hareketler onu kesmiyor. 
Deniz Gezmişleri filan duymuş, 12 Mart olduğunda orta 2’de, ama cin gibi.. Herşeye aklı eriyor.

Sonra lise… Tüm eylemlere, boykotlara, yürüyüşlere, cenazelere katılıyor.
Anneler bu tür şeylerden hoşlanmadığı için Marksist kitapların, dergilerin kapaklarını değiştirerek okuyor..

En çok “Halkın Kurtuluşu” Dergisini... 
(Derginin Mao’nun öldüğü günlerdeki kapağını hiç unutmam. O zamana kadar sakin duran dergi, “Devrimci lider büyük önder Mao’yu kaybettik” kapağıyla çıkmıştı. Ş.A.)

Şeker kız Şebnem, kendi ifadesiyle Mao’nun ‘Yüz çiçek açsın, bin fikir yarışsın’ sözüyle Mao’cu oluyor. (Bu arada PKK da Maocu “Kurtuluş”tan araklama “kır gerillası” taktiğini benimsemiştir. Ş.A.)

“Benim dini inancım yok” deyince annesinden ilk ve son tokadı yiyor.

Kadıköy Maarif Koleji’nden, Bağdat Caddesi Solculuğundan kır gerillası Maoculuğuna sıçrayınca hayatı şenleniyor. 
Kendini yakın bulduğu Halkın Kurtuluşu’ndan, Dev Yol’dan, Kurtuluş’tan, Partizan gruplarına doğru açılıyor.
O yıllarda kendisini “komünist” olarak tanımlıyor.

Bildiriler yazıyor, okulundan çaldığı eski röntgen filmlerinden duvarlara yazı yazmak için şablonlar hazırlıyor. Dönemin siyasi tartışmalarında yer alıyor. 

Bunlardan biri de yeni yeni tartışılan “Kürt sorunu”dur. (Aslında o yıllarda böyle bir isim konulmamıştır, ancak fabrikalarda aradığını bulamayan Sol, etnik proletarya peşindedir.Ş.A.)

Partizancıların ‘yarı feodal, yarı sömürge’ saptamaları biraz daha yakın geliyor. 

Partizancılarla, Kurtuluşçularla, Dev-Solcularla birlikte oluyor. Birikim Dergisi okuması burjuva tavrı sayılıyor. 
Oysa dans etmeye gitmek dışında Bağdat Caddesi’yle de pek ilişkisi bulunmuyor.

Sevgilisiyle el ele dolaşması da “kapitalist burjuvazinin bir oyunu” sayılınca, basıyor nikahı oracıkta!.. “Devrim nikahı”nı kıyıyor.

Buraya kadar olan kısımdaki somut bilgileri, Celal Başlangıç’ın 1 Temmuz 2016’da Haberdar’da yayınlanan Fincancı röportajından aldım.

....

Bundan sonrasında ben biraz “Tomografik Soyutlama” yapacağım!..

70’li yılları anlatmak, “yok o haklıydı yok bu haklıydı” demek nafile uğraş… 
Ne kadar anlatsak, Sol kadar anlatamayız.

İşleri bu çünkü… Devrim diye ülkeyi darbeye götüren iki patırtı yapıp, Manas Destanı gibi 50 yıl anlatmak… Biz bu sanatlı yaygarayla başa çıkamayız.

Ben genel bir “psikolojik analiz” yapacağım.

“78’liler” 68’lilere nazaran daha fanatiktir. Kavganın içinde pişmişlerdir ve psikolojileri kısmen bozuktur. Fincancı 59 doğumlu. Yani, Sol fraksiyonların en güçlü olduğu 78-79 yıllarında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi öğrencisi….

Cerrahpaşa’nın dezavantajı, Beyazıt’a ve Fatih’e yakın olması…

O yıllarda “devrim nikahı” demek bir bakıma “hücre evi” demektir. CHP’li aileler bile bu yüzden kızlarını örgüt evlerinde bırakmak istememektedir. Polisle çatışmaya girerse vurulur, girmezse devrim masalları arasında hamile kalır diye…

Sağlam vuruşanlar, genellikle kendilerini sosyeteye ispat çabasında olan etnik köy delikanlılarıydı. “Sırtımızda napa gocuğumuz yok ama belimizde Barettamız var” muhabbeti!..

Özellikle İstanbul’da devrimin sosyete kısmında da farklı bir ispat metodu devreye girerdi. 

“Sosyeteyiz ama kan emici kompradorlardan değiliz” yaklaşımı… 

Bu kadar kızlı erkekli özgürlük savaşçısı bir araya gelince bütün değerler “kapitalist burjuvazinin oyunu olurdu!.. Özellikle de bekaret…

Şebnem gibi, kolej okumuş devrimci kızlar, İlk cinsel deneyimini dört ayaklı canlılar üzerinde kazanmış “kıro gerillaları” tarafından bu kompleksleri üzerinden götürülürdü.

Gerilla açısından  eylemlerin en güzeli, “hevalin Şebnem’e terfi etmesi”ydi. 
Devrim nikahı dedikleri de buydu aslında…
İmam nikahının imamsız olanı…
Adımız Freud değil ya!.. 
Biz böyle konuyu bekaret üzerinden anlatınca şaşıranlar, bozulanlar haykıranlar oluyor. 
İsterlerse anırsınlar!.. 
70’lerde Türk kızları bekaretiyle yaşardı.

Olayımız da 70’lerde geçiyor.

O yıllarda nadir görülen kriminal tecavüz vakalarında bile “üstüne kalmak” diye bir durum vardı. Saldırıya uğramış kızcağızı, sapık saldırganıyla evlendirme arayışının sebebi, bekareti olmadığı için “kızın artık kimse tarafından eş olarak alınmayacağı” varsayımıydı.

Bekaretin meşru sunum yolu, medeni nikahla birlikte zifaf gecesiydi. Son sayfada kanlı çarşaf bekleyen kayınvalide fotoğrafı, o yıllardan kalmadır. 

Bekaretin örgütlü ve sistemli olarak kaybedildiği tek marjinal yol ise “devrim nikahı”ydı.

Adı devrim nikahı olan bu uygulama, aslında 1968’den sonra Avrupa’da yayılan cinsel özgürlüğün oryantal bir yansımasıydı. 

Şark kurnazı kızıl oğlanlar, “devrim nikahı” adı altında cinsel özgürlüğün tadını çıkarıyordu. 

Pavyoncu kafası da varoşun derinliklerinde bir yerlerde gezindiği için, oğlanın beyaz tenli bir sosyete kızını devrim nikahıyla örgüte bağlamasıyla pezevengin konsomatristi boş senetle pavyona bağlaması arasında pek de bir fark yoktu. 

Biri şarkı söyleyip köylü tokatlıyor, öteki bildiri dağıtıp, adrenalin parçalıyordu.  İkisinin de mekana bağlılık sebebi aynıydı: Artık normal bir evlilik yapabilme umudunu, ayak kokulu bir bekar odasında kaybetmiş olmak!

Devrimin mantıksal analizi, fizibilitesi filan bu yüzden yapılmamıştı. Devrimcilerin babası Doğan Avcıoğlu’ndan beri bu işler böyle yürüyordu. Önce elinize bir kalem alıp, Türk Tarihindeki nikah mefhumunu deviriyordunuz. Sonra da nikahlı veya nikahsız önünüze geleni…(*)

Adam matematiği “100 işçi yerine 1 Albay” diye yapmıştı. Yani Türkiye’de işçi sınıfı yoktu. Devrim olmaz, olsa olsa “Darbe” olurdu. O da zaten oluyordu. Öyleyse bu gençlerin sokakta ne işi vardı?

Bana göre Devrimci gençlerin darbecileri tarafından kullanılmak dışında en büyük motivasyonu cinsellikti. Çünkü Sosyalist Enternasyonal dünyasında ergen uçkurunun en fazla darlandığı yer Türkiye’ydi.

Türk büyüklerinin yerine Che Guevara’yı koyunca birdenbire “ilkel ve kuru” bir iklimden çıkıp, Bolivya dağlarının yağmur ormanlarıyla, Akdeniz rönesansının Livorno’su arasında istediğiniz bir yeri vatan ediniyordunuz.

“Mao olmuş, Tao olmuş fark etmez. Muhammet hariç ne varsa getir abi” muhabbeti…

O kadar fraksiyon boşuna kurulmuyordu. 
Arkadaş, “Partizan’ın Aksaray-Laleli sorumlusu” olunca fraksiyona elbet üç beş dişi sığırcık da düşüyordu!

Sapları yazıya gönderip siz evde ciniklerle bildiri hazırlıyordunuz!
Bir geceye birkaç “devrim” sığdırmak işten bile değildi!..

Kızcağız, devrime bir katkımız olsun diye yatıp yuvarlanıyordu, ama bu durumda fiilen bir “Türk kızı” olmaktan çıkıyor, yeni pozisyonuna uygun ideolojik argüman arayışına giriyordu:
“Namus dediğin apış arasında olmaz değil mi abey?” muhabbeti!

Aykırılık genital bölgeden başlayınca üst solunum yolu kontraları, “Vatan dediğin bir yerde olmaz… Devlet dediğin her yerde olmaz… Bayrak dediğin gönderde olmaz”a kadar gidiyordu!

Feodal şuuraltına bıçak gibi saplanan illegal sevişmeler, legaliteyi kökünden sallıyordu. 
Ya devrim, ya açılım, ya özerklik, ya fedarasyon… Devrimci özveriyle ayrılan o kolejli bacakların hatırına bir şeyler olmalıydı!..

En azından yerinden yönetim… Kopenhag kriteri… İstanbul Sözleşmesi…
Hiç olmazsa bir LGBTİ…

Bugün milyon Dolarla, Euroyla fonlanarak PKK dostluğu yapan bu kadar eski Marksistin varlığını daha iyi analiz edecek dostlar varsa onlar selamlamak üzere şapkam elimde bekliyorum! (**)

Şebnem’i melankolik bir PKK dostu yapan süreçler, kütüphanede, laboratuvarda, ameliyathanede yaşanmadı ki onun biyografisini yazarken “Tıp… Tıp” deyip duruyorsunuz.
Şu devrim nikahının kıyıldığı hücre evine gelin hele… 
O, diazem destekli Komünal sevişmelere…

Türk Silahlı Kuvvetleri’ni “Kimyasal Ali’nin Halepçesi”nde hayal eden menopozik hezeyanların sırrını orada bulacaksınız.

Biz de 78’liyiz.
Bilirkişi lazım olursa haberimiz olsun!
Ücret filan da istemeyiz.

.......
___________________________________

(*): Biz bu konuda fikir veren “Avcıoğlu modeli”: (“Hariciye’den Gazel” Avcıoğlu’nun eşlerinden Sevil Yurdakul’un Anıları) 
“Çevirileri götürdüğüm gün Doğan Avcıoğlu dergide tek başınaydı; getirdiklerime şöyle bir baktı, sonra ‘Akşam ne yapıyorsunuz?’ dedi. Ben şaşırdım, çünkü o zamanlar başbaşa pek çıkılmıyordu, en azından ben hiç çıkmamıştım; hep gruplar halinde bir yerlere gidiliyordu, ‘yemeğe çıkmak’ diye birşey yoktu. Ama Avcıoğlu da otoritesi olan biriydi; Avcıoğlu 35, Ben 23  yaşındaydım.. ‘Çıkmam,’ diyemedim.

Deniz, rakı ve balıktan başka sevdiği birşey yoktu; bir de herhalde kadınları seviyordu, dört kez evlendiğine göre.

Bu düzen beni şaşırttı, nereye düştüm, yanlış birşey mi yaptım diye düşünür oldum, belli ki bu böyle gidecekti çünkü, oysa benim hayallerim vardı.

Boşanma: “Doğan’ın başka bir ilişkisi olduğunu öğrenince kafama bazı şeyler dank etmeye başladı. İşini gücünü bırak, ailene ters düş, bir adamın peşinden git, kendine göre bir sürü özveride bulun, çocuklar daha küçük, karşılığı bu mu? Bir gecelik birşey olsa belki görmezden gelinebilir, ama bu?..

Hiç olmazsa sadakat beklemek yanlış mı? Biz enayi miyiz; aramızda 12 yaş fark var, canı sıkılan kendisine cinsel özgürlük hakkı tanıyorsa, öbürünün de aynı hakkı olur…

Sosyalist evlilik böyle değil mi; ben hala konvansiyonel evliliğin koşulları altında yaşıyordum demek ki.”… Doğan’a sordum; canı sıkıldı, ‘Ben hesap vermekten hoşlanmıyorum, bu konuyu konuşmak istemiyorum,’ dedi.

(**): Dev-yol’un 8 No’lu sanığı, Orgeneral çocuğu Tayfun Mater’in eşi Nadire Mater’in başkan, Ertuğrul Kürkçü’nün Genel Sekreter olduğu IPS Vakfı’nın (1997) Bianet için 2001-2010 yılları arasında muhtelif Avrupa ülkelerinden aldığı para 2.525.651,79 Euro. (Kendi sitelerinden açık bilgi)

Saçtıkları zehri hesaplamak bu kadar kolay değil. “Yazar” listesinde ilk sayfaya baktım sadece ismi A harfiyle başlayan 574 tane “yazar” vardı. B Harfinde sayı 384’e, C’de 288’e düşse de durum vahimdi. Bir bizim M’ye bakıp döneyim dedim. Tahmin ettiğim gibi rekor, 668 “yazar”la M harfindeydi. J’de bile 81 isim görünce hepsini saymaya sinirlerim izin vermedi.

Düşünün, 28 Harfte 350 ortalama isimle, karşınızda sadece 10 bin, taze fonlanmış “Bianet hıyarı” var ve siz bu millete bedava “Marksist Sol”u anlatacaksınız!..

Başka nasıl anlatalım?..

Şükrü Alnıaçık
26 Aralık 2022

Haberi Sesli Oku

YAZARLAR