BİR PAZAR GÜNÜ YAZISI…
*BABALAR GÜNÜ…
-BABANIZIN ETTİĞİ DUA İLE
BAK NASIL EVİNİZE “BUĞDAY”
YAĞARDA HABERİNİZ OLMAZ…
BABA YÜCE BİR DAĞ GİBİDİR…
-SAVCI ODASINDA… SANKİ BEN
BİZİM TOROSLARI KUCAKLAMIŞ
GİBİYDİM…

Ankara/Ulucanlar’da, Sevgili Başkanım rahmetli Selahattin ARPACI ağabeyim tabloya fırça atıp o güzel eserlerini ortaya çıkarırken bende ranzada Dil-tarih’ten hocam Prof.Dr.Faruk Sümer'in OĞUZLAR kitabını yeni bitirmiş, heyacanla yeni çıkan Bahaeddin Özkişi'nin yazdığı KÖSE KADI'yı "soluksuz" okumaktayım.
Zaman zaman arkadaşlarım özellikle rahmetli Ali Bülent Orkan, Hayret Yıldız, Behçet Kemal Gürsoy, Gürol Delice ısrarla beni avluya VOLTA atmaya çağırmalarına rağmen Köse Kadı romanının etkisinde olup volta atmayı ertelemiştim.
Bir müddet sonra koğuşa Yozgatlı Başgardiyan Hasan amca geldi.
“-Ziyaretçin var Kuzencik." dedi ama ben "ne ziyaretçisi ya Hasan amca.? Hem bugün ziyaretçi günü değil ki" der demez bana;
"-Gelen ziyaretçi baban evladım baban…Savcı odasında seni bekliyor.!”
-BABAM MI.?! Elimdeki KÖSE KADI yere düştü.!
Oysa babamla çocukluğumdan beri ARKADAŞ gibi idik.
Öyle ki… Adana'da beraber FENERBAHÇE maçlarına gider baba oğul dürüm yaptırır yerdik.
Sadece bir kere kulağımı çekmişti. İlkokul bire giderken mahallemizin yakınında akmakta olan SEYHAN NEHRİ'nde girdaba kapılıp boğulmak üzere iken KEL ABBAS Ağabey beni kurtarıp yuttuğum suları boşaltıp eve getirdiklerinde babam o şokla kulağımı çekmişti.
Kendimi bildiğim bileli babamdan öğrendiğim Hz.Hamza'nın "gözümün gördüğü hiçbir dünya varlığından korkmam" sözünü kendime rehber edinmiştim.
Güzel bir Kerkük türküsünde söylendiği gibi "alem şirin uykusunda iken” ocaktaki arkadaşlarımla kavga yıllarımızda Ankara'nın "karanlık sokaklarını, geniş ve aydınlık meydanlarını” ezberleyen, Ankara Emniyetini ve Karşıyaka Mezarlığını komşu kapısı yapan bir kişi olarak gardiyanla beraber savcı odasında beni bekleyen babamın yanına yine Seyhan Nehrinde boğulmakta olan suçluluk halet-i ruhiyesiyle koridoru ve merdivenleri adımlıyoruz.
Bir yandan da "İÇERDE" olduğumu babama kim haber verdi, onu kim üzdü diye yumruklarımı ve dişlerimi sıkıyorum.!
Babam Osmaniyeli hemşehrisi eski Bayındırlık Bakanı Adalet Partili Selahattin Kılıç'ı devreye katarak beni savcı odasında beklemekte...
“Güvercin tedirginliği” ile savcı odasına girdim…
Mahçup bir şekilde otururken babam;
“Oğlum Ali... Sen buraya hırsızlıktan, ahlaksızlıktan veya yüzkızartıcı bir sebebten değil SİYASİ sebebten milliyetçi vatansever bir genç olarak girdin. 27 Mayıs’ta Demokrat Partili olarak beni de bir müddet içeri aldılar-bıraktılar.! Kaldır kafanı ve gel seni bir kucaklayım" deyince kendime geldim.
Babam belki dört oğlundan birini kucaklamıştı ama ben sanki bizim Torosları kucaklamış gibiydim…
Babamın sinesi bugün yaşadığım Meram Bağlarında çok bulunan IHLAMUR ve İĞDE gibi mis kokmaktaydı..
Babam Adana’nın girişinde Motor Meslek Lisesinden mezun olunca inşaatı süren Seyhan Barajı’nda ABD’li mühendislerden oluşan komisyonda ingilizce mülakattan da geçerek makine teknisyeni olarak işe başlamış.
Seyhan kıyısında bulunan Yavuzlar Mahallesi’nde ki evimiz sobalıydı. Sobayı tutuşturmak ise annemin göreviydi.
Annem dermiş ki;
“Bey...İş yerinde makine-motor temizlemek için kullanıp attığınız yağlı bezleri bir poşete koyup getirirsen sobayı tutuşturmak kolay olur.”
Bu talebe karşın babamda cevaben;
“Devletin malıdır... Çöpe atsakta ne olur ne olmaz hanım...Belki de haramdır. Allah bize GAZAP verir” der.
Rahmetli annemin biz daha çocukken defalarca “bilerek” anlattığı rahmetli babamla ilgili hatıratı o gün bugündür her zaman çok korktum ben bilhassa haramdan, Allah’ın gazabından.!
İnsanlar şirin uykusunda uyurken... Vatanını SEVDA derecesinde sevmekten başka bir suçu olmayan oğullarının peşinden mahkeme mahkeme, şehir şehir gezen, çilekeş gönüldaşlarımın Rahmeti Rahmana kavuşmuş babalarına ve hiç kimseyi eliyle, diliyle davranışıyla incitmeyen Sevgili Babama Rabbim RAHMET eylesin, hayatta olanların ellerinden hürmetle öperim..
Babası yakınında, yanı başında olan kardeşlerim, çok şanslısınız, size imreniyorum. Çünkü;
-Sırtınızı dayadığınız koca bir Uludağ’ınız var.
-Yaşlansada yatalak olsada hala gölgesinde huzur bulacağınız ulu çınarınız var.
-Vakit varken sokulun koynuna…
Onun sinesi bizim Meram Bağları’ndaki ıhlamur ağacının yeni açmış çiceği gibi kokar. Öpün o gül kokulu ellerini.
-İhtiyaç hissetmeseniz bile fikrini sorun. İnanın “evladıma faydam dokunacak” diye Şeyh Edebali’nin halet-i ruhiyesini görürsünüz veya oğlu Sultan Veled’e her daim öğüt veren Hz. Pir’i ve yol gösterici, devlete/mülke nizam veren Hasan Bin Ali’yi yani Nizam-ı Mülk’ü…
-Sizinle övünç duymasına imkan verin. Uzaktaysanız telefon açın. Telefonla ulaşamayacağınız günler gelmeden her gün hatırını sorun.
Hani…
Yaşlı amca telefonunu tamirciye götürmüş ya…Usta tamircide
demiş ki;
-Telefon sağlam...
-Sağlamsa o zaman çocuklarım
beni neden hiç aramıyor?
-Babanızın size ettiği dua ile...
Bak nasıl evinize BUĞDAY (bereket/huzur) yağarda... Haberiniz olmaz.
Meram Bağları’ndan;
SEVGİ ve MUHABBETLE
15 Haziran 2025
Taş Medreseli Tarih Öğretmeni
Ali KUZENCİK