Dünyada Dinler Savaşı'nın son bulduğu algısına kimileri kapılsa da aslında bu algı gerçeklikten uzak bir yanılsamadır. Dinler varsa savaşları da olacak ve tarihin döngüsünde sürüp gidecektir.
Tarihin girift sokaklarında gezindiğimizde Dinler Savaşı olarak karşımıza İslam Fetihleri, Fransız Din Savaşları, Haçlı Seferleri, Reconquista çıkar. Dinler Savaşı çerçevesinde bazen farklı dine mensup olanlar bazen de aynı dinin farklı mezheplerine inananlar karşı karşıya gelmişlerdir.
Dinler Savaşı'na İstatistik'in penceresinden bakacak olursak, dünyada Dinler Savaşı'nın yarıdan fazlası Müslümanlar ile Hristiyanlar arasında cereyan etmiştir. Eyyübiler'in, Endülüsler'in ve Selçuklular'ın Hristiyanlara karşı verdiği mücadele hepinizin malumudur.
Toprak elde etme, hegomanyayı sürdürme, ekonomik kazanım, bağımsızlık isteği, ihtilal, veraset krizi, iç karışılık gibi farklı birçok savaş nedeni değerlendirildiğinde sadece din kökenli savaşlar oransal olarak toplam savaşların yüzde 10'unu geçmez. Ama bazen savaşların birkaç nedeninin olduğu gerçeği dikkate alındığında ise dinin etkisi yüzdelik dilimde daha da yukarılara çıkar.
Mesela geçmişten günümüze İsrail'in Filistin'de yaptığı saldırıları düşündüğünüzde bu saldırıların temelinde topraklarını genişletme, ekonomik kazanımlar elde etme ve din gibi birkaç nedenin olduğunu görebilirsiniz. Herkes açısından inkar edilemez bir gerçekliktir ki; yaptıkları saldırılarda İsrailoğulları açısından birinci ve en önemli referans kaynağı dini inançlarıdır.
Şanlı tarihimize dönüp baktığımızda Haçlıların karşısında dimdik duran bir kale duvarı, Bizans'a çekilmiş keskin bir kılıç olduğumuzu görürüz. Yine benzer şekilde Allah'ın kelamını yaymaya çalışan bir nefer, cihana hakim olmaya çalışan bir cengaver olduğumuzu da görürüz.
Müslümanların tekrardan toparlanıp ayağa kalkmasına ve bozulan dünya nizamını tekrardan tesis etmelerine bizim öncülük edeceğimizi dostlarımız da düşmanlarımız da iyi bilmektedir. O yüzdendir ki herkesin gözü üzerimizdedir ve bölgemizde de, dünyada da saflar yavaş yavaş netleşmektedir.
Amerikalı ve Avrupalı kimi aktörlerin ülkemize karşı yaptığı hamleler ve verilen bazı demeçlerden Haçlı ruhunu canlı tuttukları anlaşıldığından bu meselede Türkiye'nin duruşu, üzerinden bin yıl geçmiş olsa da Tuğrul Bey'in duruşundan farklı değildir. Tuğrul Bey'in Bizans hükümdarına mektubunda dediği gibi; Bilsin ki, Yüce Allȃh bizi İran hükümdarlarının mülküne yerleştirdi ve hilȃfet tahtını müdafaaya ehil kıldı. Bizi, kınından çekilmiş, keskinliği körelmeyen bir kılıç ve sönmeyen bir ateş kıldı. Bize, büyük zaferler ve muvaffakiyetler ihsan etti.
Velhasıl kelam tarih yine tekerrür edecek, talih yüzümüze yeniden gülecek ve kutlu zaferlerin kapıları milletimize sonuna kadar açılacaktır...