Zaman zaman sosyal medyada karşılaşıyoruz…
Bir yanda Uruguay’ın eski Devlet Başkanı José Mujica’nın mütevazı hayatı: İki odalı müstakil bir ev, 1974 model bir vosvos, halkla iç içe, sade bir yaşam…
Diğer yanda ise göz alıcı saraylarda, lüks araç konvoylarında, gösterişli törenlerde arz-ı endam eden Müslüman coğrafyaların liderleri, kanaat önderleri, cemaat yöneticileri...
Bu karşılaştırmalar çokça paylaşılıyor. Ama çoğu zaman yüzeyde kalıyor ya da öfke birikimiyle “din bu mu?” noktasına savruluyor.
Ancak bu mesele sadece bir yaşam tercihi değil; bir temsil meselesi, bir ahlak meselesi, hatta bir inanç meselesidir.
Aslında Müslüman toplumların kendi içinden gelen bu sorgulama, bir yabancı eleştirisi değil; bir iç muhasebedir.
Evet, bugün birçok Müslüman ülkenin yöneticileri halktan kopuk, halkın inandığı değerlere zıt düşen bir hayat sürüyor. İsrafla örülmüş vitrinlerin ardında, “tevazu”dan, “sadelik”ten söz etmek ne yazık ki çoğu zaman içi boş bir söylemden ibaret kalıyor.
Ama mesele sadece yöneticiler değil.
Bir köy imamının, bir vaizin, bir dini cemaat temsilcisinin, bir kanaat önderinin gösterişe düşkünlüğü; sade yaşaması beklenenlerin lüks içinde yaşaması, halkın gözünde inancı temsil eden herkesi zan altında bırakıyor.
Ve en kötüsü, inancın kendisini sorgulatıyor.
Oysa İslam’ın özü, sade yaşamı öğütler.
“İsraf haramdır.”
“Şatafat günahtır.”
“İçinizden en hayırlınız, insanlara en faydalı olanınızdır.”
Resulullah (s.a.v.) yastıksız yerde uyumuş, hurma dalından yapılma hasırda iz kalmıştır omuzlarında.
Hz. Ömer (r.a.) hilafetinin zirvesindeyken bile eski bir kaftanı yamasıyla giymiştir.
Bunlar hikâye değildir; bu dinin temelidir.
Bugün Avrupa’da ya da bazı Hristiyan toplumlarda sade yaşayan siyasetçilerin örnek gösterilmesi, onların dininden değil, bizim değerlerimize ne kadar uzaklaştığımızdandır.
Oysa bu eleştiriler, İslam’a değil; İslam’ı temsil ettiğini söyleyen ama ona aykırı yaşayan bizlere yöneliktir.
Mesele dinin hakikati değil; temsilin çelişkisidir.
Mesele inancın içeriği değil; o inancı taşıyanın samimiyetidir.
Bu yüzden artık yüzeysel savunmalardan ya da öfke dolu genellemelerden vazgeçip daha derin bir sorumluluk duygusuna yönelmeliyiz.
Din adına konuşan herkesin, önce yaşantısıyla örnek olması gerektiğini hatırlamalıyız.
Din, vicdandır. Vicdan gösterişle değil, sadelikle yaşar.
Din, temsildir. Temsil güven ister.
Din, umut taşır. O umudu kirleten şey, şatafatın cazibesi değil; sadeliğin kaybolmasıdır.
Bu hafta sonu, ekranlardan değil; biraz kendi içimize bakarak geçirelim.
Sadeleşmeyi bir gösteriş değil; bir özgürleşme olarak görelim.
İnancı dış görünüşe hapsetmeden, içten ve samimi bir duruşla yeniden düşünelim.
Belki o zaman, bizde eksik olanın din değil; temsil olduğunu daha iyi kavrarız.
Dr. Oğuz Poyrazoğlu
Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi
opoyrazoglu@gazi.edu.tr