İslam, insanlara “bu dünyada yan gelip yat! Öte dünyada kazancın bol olur! Boş yere çalışmana, gayret etmene gerek yok!” demiyor.
Mukaddes kitabımız Kur’an’ın emirleri çerçevesinde dinimiz İslam, yalnızca namaz kılmaktan, oruç tutmaktan ve hacca gitmekten ibaret değildir. Zekâtı unutan, Kelime-i Şehadet ile gönülden imanını diliyle tasdik etmekten uzaklaşan Müslümanlar hiç de az değil.
Namazı, orucu farz kabul ederken, kul hakkı yemenin, adaletsizlik yapmanın ne kadar büyük günah olduğuna aynı derecede önem vermeyen Müslüman tipi maalesef hiç de az değil…Niye?
Günümüzden asırlarca yıl önce yazılan eserlerdeki bilgilerle bugünü kavratmanın ve anlatmanın imkânsız olduğunu söyleyeni inkârcı kefere ilan eder oldular bazı kafalar. İslam’ın barış dini olduğunu söylerken bile falancanın katli vaciptir demekten çekinmeyen bir zihniyet var. Niye acaba?
Fırsat eşitliğinin ve adaletin olmadığı, insan hakkının hiçe sayıldığı, umutların tükendiği coğrafyalarda sadece din anlatarak mutluluk elde edilmez. Hakiki Müslüman, bilgiyi, akletmeyi, çalışıp üretmeyi, ruh ve beden temizliğini esas alır; iyilik, vefa, sevgi, saygı, erdem gibi değerleri örnek olacak kadar ileri seviyede yüksek ideal olarak benimser. Müslüman, önce insan olduğumuzu, hatta çok değerli bir insan olduğumuzu hissettirecek değerlere ve yüksek maneviyata sahip insandır.
Sağlık, esenlik, refah ve huzur içinde yaşayacak kadar maddi imkana sahip olmak dünya malına sevda anlamına gelmez. Fakire zenginlik günah, zengine her şey mubah olamaz. İnsanı fukaralığa teşvik etmenin temelinde din bezirgânlarının yönetme, hükmetme ve sömürme iradesini kaybetmemek için uyguladığı kurnazca yöntemlerden biridir.
İslam toplumlarında eleştiri kültürünü geliştirmeliyiz. Eleştiriyle doğru bulunurken yanlışlardan arınma başlar. Eleştiri yalnızca edebiyat, siyaset ve sanat alanıyla sınırlı bir tür değildir. Allah adına, Peygamber adına, din büyükleri ve tasavvuf ehli adına uydurulan hükümlerin kitaplardan, zihinlerden silinmesi için akıl ve alın teri dökülmelidir.
Cemaat ve tarikatların asli işlevinden uzaklaşıp ekonomik sektöre dönüşmesi, kamu idaresine ve iradesine sirayet etmesinin önü kesilmelidir. Özellikle hiçbir eğitim türü (din eğitimi ve beşerî bilimler eğitimi) tarikatların eline asla bırakılmamalıdır. Eğitim millî maarif siyasetiyle ehil eller tarafından yapılır. Teknofest’e katılan bir tarikat, cemaat mensubu gördünüz mü?
Paralarını yerli ve millî sanayie, bütün insanların hizmetine vakfedenini duydunuz mu?
Lüks arabalarla, “Lüküs Hayat” yaşayan, ardından da kendilerine kölelik derecesinde bağlananları diyar diyar dolaştırarak yardım toplatanların, “şükürler olsun yüksek tahsil almadım!” diye övünenlerin Müslümanlara, insanlığa katkısı, faydası olamaz. İlmi ve aklı reddedenlerin Kur’an-ı Kerim yerine kendilerinin kutsallaştırdığı kitaplara iman etmeleri de yadsınamaz.
“İlim ve sanat itibar görmediği memleketten göç eder” diyen İbni Sina’yı anlamaya çalışmışlar mıdır?
Müritlerine edebî eserlerden şunları okuyun derler mi hiç?
Hoca Ahmet Yesevî’nin Hikmetler’ini, Hacı Bektaş-ı Veli’nin Makâlât’ını, Fevaid’ini, Besmele-i Şerif’ini okuyun; Yunus Emre’nin ahlâk, din ve tasavvuf konulu eserlerden ‘Öğütler (nasihatler) Kitabı' demek olan Risaletü'n Nushiyye eserini mutlaka okuyunuz diyen olmuş mudur?
Geçmişte Türk Edebiyatının gelişmesi elbette, devletin sanata ve kültüre düşkün, ilim adamlarına değer veren padişahlarının desteğiyle olmuştur. Osmanlı padişahlarının pek çoğu şairdir. İkinci Murad Handan başlamak üzere şiir, Osmanlı sarayında yerini almıştır. Osman Bey’den başlayarak şiir söyleyen ve divan sahibi veya şair padişahlar vardır. Fatih Sultan Mehmet, Bayezid, Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman, Genç Osman, III. Murat, III. Selim… Bunların hepsi klasik edebiyatımız içinde yer almışlardır. İnsanlarda edebî zevki ve edebiyat sevgisini aşılamışlardır.
Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuştur.” sözüne itibar ederek davranış sergileyen kaç Atatürkçü vardır?
Sanat, toplumun kültürünü ve kimliğini yaşatır. Ancak Müslüman geçinenlerin Türk demeyi günah sayanları da az değil… Türk’üm demeyi günah sayıp Türk kimliğini reddedenler, kendi etnik kimliklerini sevap sayacak kadar müptezellik sergilerler… Neden acaba?
Bu çağda güzel sanatlara; musikiye, ebru sanatına, hüsnühatta, tezhibe ilgi gösteren tarikat şeyhi duydunuz mu? Meselâ, Hüseyin Nihal Atsız’ın Bozkurtlar, Ruh Adam’ı okuyun, Peyami Safa’nın Yalnızız adlı eserini, Orhan Seyfi Orhon’un şiirlerini terennüm ediniz demişler midir?
Dünya klasiklerinden birini okuyun da kitap okuma zevkiniz, söz söyleme sanatınız, diliniz, düşünceniz gelişsin; farklı pencerelerden bakmayı, yorum yapmayı veya adamakıllı eleştirmeyi öğrenin demişler midir?

Yüce dinimiz, melankoliyi ve gözyaşı dökmeyi önermez. Zalimle mücadele etmek yerine mazluma ağlamakla iktifa edilemez. İslam peygamberi Hazreti Muhammed (SAV) Efendimizin hayatını gerçeklerden uzak anlatarak asılsız kutsallıklar üretenlerin aslında din tüccarı olduklarını yüzlerine vurmak şart değil mi? Salya sümük cemaat ağlatan din tüccarlarının müşterileri maalesef cahil kesimdendir.
Din, geçmişe özlemle ya da bir kurtarıcı bekleyerek vakit geçirmeyi tavsiye etmez. Zaferle sonuçlanan tarihi olaylardan dolayı övünmek kadar tarihten ders almak da çok gereklidir. Tarihi şahsiyetlerin örnek davranışlarını aslından saptırmadan anlatmak güzeldir, onların evrensel mesajlarını yaşatmak çok güzel bir davranıştır.
İnsan, sorumluluk bilincini kaybetmeden dua etmelidir elbet. Yalnızca Allah’tan dilediklerimiz için dua edilir. “Sadece dua et, yeter! Başka bir şeye gerek yok!” diyen kafalar çoğaldı. Niye? Dua ve sevgi yüce Allah’adır. Salat ve selam Allah’ın elçisinedir…
Kişilik sahibi olmanın faziletini bilenler; bilgi üretiminin kıymetine, adaletin yüceliğine, hürriyetin kudretine, düşüncenin ehemmiyetine de inanır. Allah’ın bütün âlemde yarattığı güzelliklerin farkında olan insanlara temel İslami değerler yerine melankoli, menkıbe, gözyaşı, dışlama ve öfke öğretilmez.
Dindarlığı belli başlı kişilere yakıştırıp dar bir çevreye hapsetmek Müslümanlara yakışmaz. Şeklen dindarlaşanların dünyevileşmesi de maalesef yaygınlaşmıştır. İslam, yalnızca seccadeni ser, tespihini çek, bilmem kaç bin kere falanca hocanın dediğini tekrar et, bu sana yeter demiyor.
Düşün ve düşündür, çalış, çalıştır ve üret; öğren ve öğret, bil ve bildir, karanlığı aydınlat, ilme ve alime itibar et! “İlim Çin’de de olsa gidip öğren” diyen Allah’ın elçisinin sünnetleri ve hadisleri yerine falanca efendinin sözde kerametlerini dinleyerek, şuursuzca amel etmeyi hakiki Müslüman kabul edemez.
Haklının ve mağdurun yanında olurken iyilikten de yana olmanın ve kötülüğün karşısında durmanın, insanı insan olduğu için sevmenin hepsinin ibadet olduğunun bilinciyle hareket edenler kazanırlar. Güzel hitabetlerle, hamasetle, retorikle duyguları coştursak da ruhun, aklın, zihnin, kabin, gönlün coşkusu süreklilik arz etmez.
Kuran’ı Kerim’in öğütlerine, sahih hadislere kulak tıkayıp yanlışlar üzerinden fetva verenlere itibar arttı. Niye?
اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالْاِحْسَانِ وَا۪يتَٓائِ ذِي الْقُرْبٰى وَيَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِ وَالْبَغْيِۚ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
“Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” Nahl suresi, 90. Ayet).
Yüce Allah’ın yukarıdaki ayetiyle amel etmeyenler, o öğütleri düşünüp tutmayanlar neden çok?
Sorular çoğaldıkça cevaplar zorlaşır sanmamak gerekir. Cevap vermekten ziyade çare bulmak önemlidir. Adaleti tesis etmek, iyilik yapmak, yakınlara yardım etmek, hayasızlıktan, fenalıktan, azgınlıktan uzak durmak akıllı, edepli ve ahlaklı insanların işidir. Herkese nasip olmaz…
Türk milletinin hakikatli insanları Türk mefkûresine, İslam ahlak ve erdemine göre, evrensel insanî değerlere göre hayat tarzını belirler...
Tanrı Dağları'ndan selamlarımla...
Muhittin Gümüş
Muhittin Gümüş'ün Edebî Sayfası
18.12.2025
