“Üretken belediyecilik” kavramını son dönemde daha sık duyuyoruz. Milliyetçi Hareket Partisi bu kavramla şehir yönetimine dair bir vizyon sunuyor gibi görünüyor. Peki bu yaklaşım, tanıtım broşürlerinden çıkıp sokakta yaşayan yurttaşın hayatına dokunabiliyor mu?
Bu soruya cevap ararken, başka bir kavrama uğramamız gerekiyor: kentte adalet.
Çünkü bir şehirde adalet yoksa, üretkenlik lafını ne kadar süslerseniz süsleyin, bir noktada havada kalıyor.
Şehir sadece binalardan, yollar ve tabelalardan ibaret değil. Şehir, içinde yaşayan herkesin erişim hakkı, katılım imkânı ve onurlu bir yaşam alanı bulabildiği yerdir.
Bugün Türkiye’nin pek çok kentinde en görünmeyen ama en yakıcı eşitsizliklerden biri bu: erişim adaletsizliği.
Çocuğun parka, yaşlının sağlık hizmetine, gencin kütüphaneye, engellinin kaldırımlara ulaşamadığı bir şehir, adaletli olabilir mi?
Bazı mahallelerde çöp haftada 5 kez alınırken diğerlerinde 2 kez alınması, bazı semtlere 5 dakikada bir otobüs gelirken bazılarına 45 dakikada bir uğraması… Bunlar küçük farklar değil. Bunlar yaşama erişim farkları.
Ve her erişim farkı, aslında bir kamusal alan adaletsizliği.
Kamusal alan dediğimiz şey yalnızca boşluk değil; eşitleyici bir zemin.
Bir çocuğun, ailesinin bütçesi ne olursa olsun oyun oynayabildiği bir park; bir annenin evine yakın sağlık ocağına kolayca ulaşabilmesi; bir öğrencinin belediye kütüphanesinde ücretsiz Wi-Fi ile sınavlara hazırlanabilmesi…
Bunların hepsi şehirde adaletin somut örnekleri. Bu örnekler azaldıkça eşitsizlik görünür hâle gelir, huzur da buharlaşır.
Unutmamamız gereken şu: Ulaşım bir lüks değil, haktır.
Eğer bir genç, uzak bir mahalleden şehir merkezindeki üniversiteye zamanında varamıyorsa; yaşlı biri evinden çıkmaya korkuyorsa; kadınlar gece saatlerinde güvenli ulaşım bulamıyorsa... Bu şehir sadece betondan değil, vicdandan da eksiktir.
“Üretken belediyecilik” gerçekten bir iddia ise, bu üretkenlik önce eşitlik üretmelidir.
Sadece projelerle, yollarla, binalarla değil; katılımla, şeffaflıkla, eşitlikle büyüyen şehirler üretmeliyiz.
Mahalle meclisleri, gençlik platformları, açık bütçeler… Bunlar birer lüks değil, kent yaşamının vazgeçilmezleri olmalı.
Çünkü katılım olmadan adalet olmaz.
Son olarak şunu soralım kendimize:
Bu şehirde yaşamak kimin için kolay, kimin için zor?
Kim merkezde, kim kenarda?
Kim görünür, kim sessiz?
Şehir haritayla değil, adaletle şekillenir.
Ve adalet, çoğu zaman en görünmeyen yerlerde eksiktir.
Dr. Oğuz POYRAZOĞLU
Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi
opoyrazoglu@gazi.edu.tr