Vefa…
Ağır bir yüktür aslında, herkesin omzuna yakışmaz.
Kimi unutur, kimi taşır; ama bilen bilir ki, vefa yürekten doğar, gönülden taşar.
Eskiler derdi ki, “Tuz ekmek hakkı vardır, selamı kesenin imanı eksilir.”
O zamanlar bir kapıya varınca, “Selamünaleyküm” dendi mi, gönül kapısı da açılırdı. Şimdi kapılar kilitli, gönüller sessiz…
Selam vereni bile yadırgar olmuşuz.
Bir zamanlar bizim oralarda, komşunun çocuğu ağlasa, karşı evden ninni söylenirdi.
Bir tas çorba kaynadı mı, “Paylaşmadan içilmez” denirdi.
Vefa buydu işte; bir tabak yemeğe, bir selamın sıcaklığına sığan dostluktu.
Şimdi herkesin dili uzun, gönlü kısa…
Selam eksik, hal hatır sorma unutulmuş.
Bir “nasılsın?” sözü bile hesap kitap işi olmuş.
Oysa selam; hem dua, hem muhabbetin anahtarıydı.
Bir selamla başlayan dostluklar, nice yıllara yayılırdı.
Ben bilirim, bizim köyde Süleyman Amca vardı; yıllar önce biriyle kırılmış, ama her sabah onun evinin önünden geçerken “Selamünaleyküm” demekten vazgeçmezdi.
Sorardım:
“Amca, hani küstünüz ya, niye selam veriyorsun?”
Gülümserdi, derdi ki:
“Evladım, selam kesilirse gönül ölür. Bizim yükümüz vefa, taşırız.”
Ne doğru demişti…
Vefa taşımak, sırrı taşımak gibidir.
Sözün özü, gönül işidir bu.
Kimi unutsa da, bir selamla başlayan sevda, Allah’ın izniyle hiç sönmez.
Şimdi diyorum ki;
Kırılmış da olsak, küsmüş de olsak, bir selamı esirgemeyelim.
Çünkü bir selam bazen barışı getirir, bazen yürekleri birleştirir.
Vefa, sadece hatırlamak değil; unutmamaktır.
Gönülden kopup giden bir selam, bazen bin dualık sevap taşır.
O yüzden dostlar,
Tuzun, ekmeğin, muhabbetin hakkını bilelim.
Bir selamı esirgemeyelim.
Çünkü vefa, her şeyin başıdır.
Ve unutmayın, gönül kırılır ama selamdan doğan sevda hiç eksilmez.
Şakir DENİZ
Akdağmadeni