"BİZİM KABADAYILAR"I DEĞERLİ KILAN TARİHİ ARKA PLAN
Kanunları çiğneyerek iş yapmak, bunu bir yaşama biçimi olarak benimsemek yani mafya, eşkıyalık ve gayrimeşru hayat, Türk kültür dairesine ait işlerden değildir.
Ancak nasıl başka kültürlerden etkilenerek meselâ cağ kebabı veya döner yerine üzerinde “steak” yazan et lokantası açıp hammadde kalitesine bağlı lezzetli işler çıkarabiliyorsak, bu alanda da güçlü rekabet üretebilecek bilek, yürek gibi öz değerlere sahip olduğumuzu peşinen kabul edebiliriz.
Türkler arasında, son 1000 yılda ve daha merkeziyetçi bir düzenle 600 yıllık Osmanlı tarihi içinde disiplinli bir millet-i hâkime kültürü gelişmiştir.
Bu kültür, mesela, İtalya'da Machiavelli'nin Faşizm, Emperyalizm ve Mafya üretmesi gibi bir sosyal arızaya mânîdir.
Bizim kültürden çok iyi asker yetişir, pehlivan yetişir, seymen, zeybek, Kuva'y-ı Milliye yetişir, ülkücü yetişir ama haydut, mafya ve kaçakçı yetişmez!
Sebepler özetle şunlardır:
Askerlik ve memurluk hakkı, 1856’ya kadar Türklerin elindeydi.
Ordunun yüzde 90’ını oluşturan taşra askerleri (Tımarlı sipahiler, Akıncılar, Deliler, Beşliler, Azaplar, Levendler vb.) Türklerden müteşekkildi.
Sipahiler ayrıca barış zamanı, jandarma gibi iç güvenlik görevi alırdı.
Medrese eğitimi devşirme yaşından çok daha erken 5 yaşında sıbyan mektebiyle başladığı için merkezî hukuku ve ahlâkı topluma tatbik etmekle görevli ilmiye sınıfı, yani kadılar, imamlar ve müderrisler de Türklerden oluşurdu.
***
Bu sebeplerle, böyle devlet umuruyla yetişmiş bir milletin eşkıya, kabadayı ve külhanbeyi üretme kabiliyeti, Ermeni, Rum, Bulgar ve sair Balkan devşirmelerine oranla çok daha azdı.
Bu yüzden de araştırıldığında görülür ki; anlı şanlı eşkıyalar ve meşhur İstanbul kabadayıları genellikle Rum, Ermeni veya devşirme kökenli yeniçeri dayılarıdır.
İstanbul’un Tophane, Eminönü, Kadırga, Balat gibi kabadayı üreten semtleri incelendiğinde buraların eski Yeniçeri kışlalarının olduğu semtler olduğu görülür.
Ege’de boy gösteren Efelik ve Zeybeklik konusu, neden-sonuç ilişkileri yönünden biraz farklı olmakla birlikte, devlete asi olmanın ve (vergi kaçakçılığı dahil) yasadışı işlere gösterilen temayülün azınlıklar arasında daha yaygın olduğu şüpheye mahal bırakmayan bir gerçektir.
Bu konuda şu ayırımı da doğru yapmak gerekir ki bir askeri terim olan “Sekban”lık’tan gelen ve gönüllü milis üreten Zeybeklik'le Seymenliğin kanuna ve devlete sadakat konusundaki tavrıyla, eşkıyalık ve külhanbeyiliğin üretim kalıpları öteden beri birbirinden farklıdır.
Türkler, vergi kaçırmayı bile devletin maliye bakanlığını da benimsemekte güçlük çeken gayrimüslim azınlıklardan öğrenmişlerdir.
Türk, kendi devletine canını verebildiği için vergi vermekte zorlanmamıştır. Dolayısıyla "gayrimeşru"ya da eğilimli olmamıştır.
***
İmparatorluktan ulusal devlete geçerken yani “Ümmet-i Muhammed kavramından Türk vatandaşlığına doğru hızlı bir tarihsel dönüşüm yaşarken bu kültürel alt yapı “Cumhuriyet gayrimeşrusu”nun oluşumunu da etkilemiştir.
Aynı tarihsel ve kültürel sebeplerle...
Buraya 1970’lerde gazetelerde boy gösteren ünlü mafya babalarını sıralayacak olsak “Kürt, Laz, Abaza, Arnavut...” gibi etnik ön adlardan “Türkmen”e pek sıra gelmediğini görürüz.
Türkiye’de Türkmen’i “silahlı şöhret” olarak gördüğümüz yerler, genellikle Ömer Halisdemir gibi, Kaşif Kozinoğlu gibi askeri disiplin alanlarıdır.
İşte tam da bu sebeple, Türk kültür dairesinden, Türk Milliyetçiliğinden ve Türk Devletine sadakatten uzaklaşmadan yeraltı dünyasında etki üretebilmek değerli bir iştir.
Türk’e özgü mahalle kültüründeki “ağabey”liğin tanınan temsilcileri olan Alaattin Çakıcı’yı, Abdullah Çatlı’yı, Sedat Peker ve benzeri bilek-, yürek ehli evlâd-ı vatanı, yeraltı dünyasının denetimsiz unsurlarından ayıran tarihi farklılıklar bunlardır.
***
Alaattin Çakıcı’nın CHP genel başkanına hitaben kaleme aldığı mektupta yer alan:
“Karı mı sattık? Eroin kaçakçılığı mı yaptık?”
İfadeleri, Çakıcı ve benzeri millî kabadayıları, uzak kültürlü, İtalyan veya Balkan mafyasından bulaşmış kanun dışı, makyavelist acımasızlıktan ve hukuksal sorumsuzluktan uzakta değerlendirmeyi zorunlu kılmaktadır.
Gerektiğinde bir hukuksal tashih, bir tarihi algı inşaatı ve kültürel restorasyon şuuruyla Bilge Liderin yaptığı gibi bu "bizim kabadayılar"a sahip çıkmayı da millî bir ihtiyaç olarak karşımıza çıkarmaktadır.
“Suçluyu kazıyın altından insan çıkar” sözünü en fazla hak edenler, yetiminin alacak davasının on yıl, zalimin tahliyesinin iki gün sürdüğü “kahpe düzen”in inisiyatif almaya zorladığı Ülkücü kabadayılar,”dır.
Çünkü Ülkücüler, kültürel bir fenomen olarak ulaşım ve iletişim çağında giderek bir mahalle kadar küçülen, ama mahallî tehditleri de bir o kadar büyüyen dünyamızda "mahallenin abileri"dir!..
Ülkücüler bu şuurla hareket ettikleri ve kimseye benzemeye çalışmadıkları sürece nerede ne yaparlarsa yapsınlar ortada tartışılacak bir sorun yoktur.
Saygıyla...